Bengü Arslan | nesrin olgun arslan
275
archive,tag,tag-nesrin-olgun-arslan,tag-275,ajax_fade,page_not_loaded,,wpb-js-composer js-comp-ver-7.9,vc_responsive

nesrin olgun arslan Tag

Hillsider Magazine – Bir Kadın Dünyayı Değiştirir

Hillsider_A

Hillsider_A

Yazı: Bengü Arslan

KASFAD Yönetim Kurulu Üyesi

www.benguarslan.com 

 

Bir Kadın Dünyayı Değiştirir

Bu yazıyı neden kaleme aldığımı ve KASFAD’ın ne olduğunu merak edenleriniz olacağına eminim. Size bunların cevaplarını büyük memnuniyetle yazacağıma emin olun lütfen..:)

KASFAD’ın açılımı; Kadınlar için Spor ve Fiziksel Aktivite Derneği… Alanında uzman akademisyenlerin de dahil olduğu, ülkemizde kadınların spor ve fiziksel aktiviteye katılımı konusunda faaliyet göstererek uluslararası platformda temsiliyete sahip ilk sivil toplum kuruluşu. Ben de iddialı bir sporcu annenin sporcu kızı olarak gururla bu dernek için çalışıyorum. İddialı annemden bahsedecek olur isem; Nesrin Olgun Arslan, Manş Denizini Yüzerek Geçen ilk ve tek Türk kadını olma sıfatını hala elinde bulundurmaktadır… 15 derecelik İngiltere- Fransa arasında yer alan kocaman bir deniz ve 15 saat 47 dakikalık bir serüven…

Bilinçli sporun tek adresi olarak kabul ettiğim Hillside gibi bir markanın, yıllardır kurumundan bağımsız ilerleyen dergisinde bu yazıyı yazabiliyor olmak da benim için ayrıca anlamlı bunu da eklemeden geçemeyeceğim… Gelelim KASFAD’a…  Neden mi böyle bir derneğe ihtiyaç duyduk? Anlatayım efendim… Anlatırken yerli ve yabancı bilim insanlarının araştırmalarından da alıntılar yapacağım ki; vurguladığım gerçeklerin ve sebep-sonuçların yalnızca benim kişisel görüşlerim olmadığını, bunların           -şahsen benim çok önemsediğim– evrensel gerçekler olduğunu hatırlamanızı arzu ediyorum. (yazı sonunda kaynakçaları görebilirsiniz)

En bilinen gerçek; kadınlar, genç kızlar ve kız çocuklarının dünyanın birçok ülkesinde doğdukları andan itibaren erkek hâkimiyetinde var olan çevrede büyümeye ve yaşamaya mecbur kalmakta oldukları. Kadınların eğitim görme şansı olmayan büyük bölümü ise, farkında bile olmadan yaşadıklarını ve daha çok yaşayamadıklarını doğal bir süreç olarak kabul etmekteler. Soyadını önce babasından, daha sonra da eşinden alan kadının, ailenin soyunu devam ettiremediği düşünülür. Bu nedenle, bir erkek bebek sahibi olmak, birçok kültür için önemli, hatta zorunlu görülmekte. Oysa soyu devam ettirme özelliği olmadığına inanılan kadın, kültürü ve değerleri çocuklarına aktaran, doğurganlığı ile insan ırkının devamını sağlayan bir bütünün diğer eşit parçası değil midir? Biri olmadan diğerinin de önemi ve devamlılığı da yok. Bu nedenle erkeğin kadına üstünlüğü değil, matematiksel eşitliği söz konusu. Bu eşitlik yokmuş gibi davranıldığında, doğadaki dengelerin bozulduğu gibi insan ırkına ait dengelerin de saptığını ve insani değerlerin yozlaştığını üzülerek görebiliyoruz.

İşte bu yüzden gerek toplumsal alanda, gerekse de medyada daha hassas bir dilin kullanılmasının ve toplumsal cinsiyet konusunda bilinçlendirmenin büyük önem taşıdığına inanıyorum.

Spor Medyasında Durum

Kadın-erkek eşitsizliği, toplumun pek çok alanı gibi, spor medyasında da görülmekte. Bu eşitsizliğin kökeninde, toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi bulunuyor diyebiliriz. Özellikle yarışma sporları, erkeklik ve kadınlıkla ilgili çok güçlü mesajlar taşımakta. Spor, geleneksel  olarak, eril cinsiyet rolü özellikleri gerektiren bir erkek etkinliği olarak görülmekte ve üstün sportif performans, erkeklikle eşdeğer kabul edilmekte. Spor medyasının da bu roller bağlamında yayın yaptığını görmezden gelmek zor. Spor medyasının okuyucuya aktardığı haber ve yorumlarda; kahramanlar, çoğunlukla erkeklerden oluşmakta. Kadınların çok az yer aldığı spor medyasına, en çok ilgi erkekler tarafından gösterilmekte. Durum böyle olunca da spor medyasının okuyucuya sunduğu gerek haber metinleri, gerekse görseller erkekleri birer ‘kahraman’ olarak yansıtırken, kadınları ise; bedeni üzerinden dişil birer obje olarak nitelemeyi tercih etmekte.

Türk toplumunda da kadınlar daha çok ev içi alan ve onun uzantıları ile ilişkili görülürken, erkekler ise daha çok kamusal alanla ilişkili görülmekte. Toplumsal cinsiyet önyargılarının ve bu önyargılara dayalı cinsiyetçi davranışların, çoğunlukla kadın bedeni üzerinden yürütüldüğü düşünülmekte. Kadın bedeni, spor medyasında bir gösteriş malzemesi olarak kullanılmakta. Medya, sporda kadın başarısını sıra dışı bir durum olarak tanımlamakta ve sporda kadını, ikincil konuma sokan yargıları pekiştirmekte maalesef.

Kadınların Spora Katılımının Tarihi

Kadınların spora katılımı uzun bir tarih geçmişine dayanmakta. Bu tarih süreci aynı zamanda bölünmenin ve ayrımcılığın da ortaya çıkma süreci. Fakat bununla birlikte, kadın sporcular tarafından kazanılan büyük başarılar oldukça fazladır. Kadınlar ve kız çocuklarının cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve her alanda desteklenmeleri ile önemli gelişmeler sağlamış. Sevindirici haber; “kadın, cinsiyet eşitliği ve spor” başlıklı kavramlar birçok bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyde örgüt, dernek, konsey, birlik vb. resmi ve gönüllü kurumlarca desteklenmekte. Belirttiğim başlıklar, Birleşmiş Milletlerin de önem verdiği konular arasında. Son on yılda, sağlık, eğitim, iş ve liderlik, hoşgörü ve saygı gibi demokratik ilkeler ve toplumsal bütünlük gibi alanlarda önemli bir gelişim sağlanması için sporun kullanılabileceğine dair büyüyen bir anlayış hâkim olmuş durumda.

 

 

Kadınlar Neden Spora Katılmalı?

Sporun; kadınlar, genç kızlar ve kız çocukları için çok yönlü yararlar sağladığı yadsınamaz. Kadınların spora olan artan ilgileri ile değerler, davranışlar, bilgi, yetenekler ve deneyimlerin gelişimi kadar birey olarak kendilerinin pozitif gelişimleri de görülmekte. Kadınların özellikle liderlik pozisyonlarındaki görevlere katkılarının ve farklılıklarının alternatif yaklaşımlar getireceğine de artık tüm dünya inanmakta. Ayrıca; yöneticilik, antrenörlük ve spor gazeteciliği gibi sporun diğer pozisyonlardaki görevlerle de pek çok farklı alanda yeteneklerinin gelişmesi de söz konusu. Tüm bu olumlu özellikler nedeniyle dünyanın birçok ülkesinde ve uluslararası kurumlarında kadınların spora ve sporun farklı alanlarına  katılımları desteklenmekte. İşte KASFAD olarak bizim de bu toplumsal farkındalığa ülkemizde dikkat çekmek en büyük hedeflerimiz arasında. Spor ve fiziksel aktivitenin bütün kadınlar ve kız çocukları için erişilebilir olduğu bir toplumun oluşturulması için hep birlikte çalışmamız gerektiğine inanıyoruz. 2011 verilerimize göre Türkiye’de, sporcuların %9.98’ini, antrenörlerin %18’ini ve spor yöneticilerinin sadece %5’ini kadınlar oluşturmakta. Spor, kadınların ve kızların kamusal alanda var olmalarını sağlayan çok önemli bir araç.

Özet olarak; bu yazı kadınlara yönelik olsa da nihayetinde ben -cinsiyet ayrımı olmaksızın- kadın-erkek herkes için sporun bol olduğu bir dünya diliyorum…

KAYNAKÇA

Coakley, J. (2004). “Sports in Society- Issues and Controversies”. 8th Edition Published by MacGraw-Hill, NY.

IOC (2005). “IOC Sub Regional on Women and Sport”, İstanbul, Turkey, Hannan, C. (2008). United Nations Division for the Advancement of Women Publication, “Conversation on Women and Sport”, New York.

The University of IOWA (2005). “Gender Equity in Sport”, Title IX,

Arslan B, Koca C. (2006). “Kadın Sporcuların Yer Aldığı Günlük Gazete Haberlerinin Sunumuna Dair Bir İnceleme” Spor Bilimleri Dergisi Hacettepe J. of SportSc., 17 (1),1-10.

Koca C, Bulgu N (2005). “Spor ve Toplumsal Cinsiyet: Genel bir bakış” Toplum ve Bilim, 103, s.163-184.

Özsoy S (2008). “Türk Spor Medyasında Kadın” Spor Bilimleri Dergisi Hacettepe Journal of Sport Sciences, 19 (4), 201-219.

Rowe D (2006). Popüler Kültürler: Rock ve Sporda Haz Politikası, Çev: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Yarar B, Özgüven H. Petra, Cantek F (2009). “Türkiye Modernleşme Tarihine Sporcu Kadınların Gözünden Bakmak: Cumhuriyet Tarihi Boyunca Kadınların Spor Yoluyla

Toplumsal Kimliklerini Kurma Serüvenleri”, Karaelmas 2009 Medya ve Kültür Der: Nurçay Türkoğlu, Sevilen Toprak Ağaoğlu, Urban Kitap, s.479-495.

Hikâyemin Baş Kahramanı: Nesrin Olgun Arslan – Annem

İlhan Maraşlı’nın annemi fotoğrafladığı ‘Kadın Başarır’ Sergisi için yazdığım katalog metni…

Hikâyemin Baş Kahramanı

Herkesin çocukluğundan itibaren bir masal kahramanı vardır, onun gibi olmak ister, onu örnek alır, onun gibi olmak adına doğduğu andan itibaren kahramanının attığı her adımı ezberler ve onu tanımak, onunla bir kez olsun göz göze gelmek, ona dokunabilmek için her şeyi yapar. Bazen çaresizliğe düşer, gerçekten böyle biri var mı diye düşünür? Bazen gerçek hayatla hayal dünyasını karıştırır ve hiçbir zaman ona ulaşamayacağı konusunda karamsarlığa kapılır. Ben hikâyemin başkahramanını dünyaya gözlerimi açtığım ilk anda tanıdım. Eğer böyle bir kahraman yanı başınızda ise; hayat bambaşka olur. İşte o yanı başımdaki kahraman, kahramanım; annem: Nesrin Olgun Arslan.

 

Ve annemin ansiklopedilere konu olan hikâyesi ise; ben doğmadan yıllar önce başlamıştı.

Büyük cümleleri büyük insanlar kurar…

Sigara içerken o zamanın Gençlik ve Spor İl Müdürü Tuncay Şenyüz’e yakalanmış annem. Tuncay Hoca ona; “Sen artık yüzmeyi bırak, sigaraya da başlamışsın, artık iyi bir yüzücü olarak sporculuğuna devam etmen mümkün değil” demiş. Utanmış, gururunu tamir etmek adına işte o iddialı cümleyi kurmuş ve o an farkına daha çok vardığı düşlerinin peşinden koşmaya karar vermiş.

 

“Manş Denizi’ni geçeceğim”

Manş Denizi, çoğumuz için ansiklopedik bir bilgidir. İngiltere ile Fransa arasında oluşu, gelgitlerin en yoğun yaşandığı ve birçok öyküye konu olan Manş Denizi… Ve Adana’dan ne kadar uzak. Türk yüzücüler Ersin Aydın, Erdal Acet, Doğan Şahin, Seyit Güler ve Murat Güler Manş’ı yendiler ama bu denizi bırakın geçmeyi, geçmeye cesaret edebilen bir kadın bile çıkmamış.

Öncelikle büyük bir düş, sonrasında büyük bir hedef…

Kutal Özülkü ile dört yıl boyunca her gün altı saat antrenman… Annem hep bize; kendi hedeflerimizi belirlememiz için şans vermiş ve o hedefin de mutlaka kimsenin etkisi altında kalmadan tamamen kendi irademizle verilmiş olması konusunda özen göstermişti, tıpkı Manş Denizi’ni geçme kararını alması gibi… Bu onun için öncelikle bir düş, sonrasında ise büyük bir hedefti.

 

“Size yardım edecek bir tek kişi kalıyor; o da kendiniz…”

Omzunda tendinit vardı. Tedavi olması gerekirken, hedefinden uzaklaşmamak adına bu operasyonu erteledi. Dışarıdan hiçbir maddi destek görmedi, anneannemin maaşlarından artırdığı parayla İngiltere’de Manş kıyılarına gitti. Eski bir araba, uzun bir yol, kısıtlı imkânlar… “Siz Kuzey Kutbu’na yakın bir yerde hiç denize girdiniz mi? Soğuktur… Adana’ya ve sevdiklerinize uzaktır. Kendinizi bir devin karşısında güçsüz ve çaresiz duyumsarsınız. Ve ilk kulaçla birlikte, size yardım edecek bir tek kişi kalıyor; o da kendiniz…” derken bana resmen tüylerim ürperiyordu. O, o anı yaşıyordu, sanki ben de kendimi o soğuk Manş Denizi sularında buluyordum.

Tarih: Ağustos 1979

Yer: Manş Sahili

 “Eğer bu düşümü gerçekleştirebilirsem, yaşama karşı kendimi çok güçlü hissedecektim. İnsan iradesinin doğa karşısında sanıldığı kadar güçsüz olduğuna inanmıyorum. Elde etmek istediğimiz şeyler ne kadar zor olursa olsun, irade, bilgi ve çalışma ile elde edilebilir… Buna inanıyorum. Ama kimse inanmamıştı… Haklı oldum.”

Manş denizini yüzerek geçen ilk Türk kızı – ve hala tek

Yalnızca haklı olmakla kalmadı, bir de tarihe geçti annem Nesrin Olgun: Manş denizini yüzerek geçen ilk Türk kızı olarak. Önce bir düş kurdu, sonra 4 yıl süre, büyük bir azimle çalıştı, sağlığından, sosyal yaşamından, ailesinden mahrum kaldı, düşlerinin peşinden koştu, kendi doğası ve zaman ile yarıştı, sonunda kazanan O oldu.

Manş Cehennemi’nde 100 bin kulaç ve 15 saat 47 dakika…

 “Koca bir devin karşısında, iradenizden başka kullanacağınız hiçbir silahınız yok… Manş’ın serin, uzak ve karanlık sularında attığım her kulaç, deve vurduğum bir darbeydi ama ben de tükeniyordum. Düşünebiliyor musunuz 40 bin metre, 80 bin kulaç demek. İnsan bir koltukta oturup, aynı kelimeyi 80 bin kez tekrar edemez. Ama ben 80 bin kulaç atacağım. Acıkmadım… Susamadım… Yoruldum… Merak ettiğim tek şey saatti… Bir denizin ortasında olduğumu unutmuş, yalnızca zamanı merak ediyordum. Zamanın neresindeyim, ne zaman başladık ve ne zaman bitecek? Kafamdaki tek soru buydu. Fransa kıyılarına çıktığıma inanamıyordum. Üstelik “Manş Cehennemi” olarak tanınan bu denizde akıntıya kapılıp, 40 bin metre yerine 50 bin metre yüzmüşüm. 100 bin kulaç. Geçen süre: 15 saat 47 dakika…”

Bir devi yenmişti…

Hep ağlayacağını düşünmüş annem kıyıya ayak basıp, yürüyemediğini fark edip toprağa yığıldığında, ağlayamamış. Doğanın en zayıf yönü, insan iradesi derler ama benim kahramanım; annem, insan iradesinin denetim altına alamayacağı hiçbir gücün olmadığının en büyük kanıtı idi.

.

Gerçek parıltılar

Bize, öğrencilerine, hikâyesini okuyan- dinleyen herkese, başarıya giden yolun nasıl olduğunu gösteren bir örnek oldu. Öncelikle benim rol modelim, sonra tüm gençlerin. Onun yanındaysanız, kendinizi hep güçlü hissedersiniz, yaşamdan hiç korkmazsınız, olumsuzlukların üzerine gidersiniz ve onları bir bir aşarsınız. Geriye dönüp bakarsınız ve bir kez daha gerçek parıltının kıymetini anlarsınız.

“Nesrin Olgun Sokak”

Annem şu anda spor danışmanlığı yapıyor, bir spor salonu işletiyor, küçük yüzücülerine başarının yollarını gösteriyor, göstermekle kalmayıp ellerinden tutarak onlarla ilerliyor. Birçok büyük iş teklifini reddederek kendisini Adana gençliğine adadı, doğduğu, büyüdüğü, bizim de çocukluğumuzun geçtiği ve halen “kraliçemiz” anneannemizin oturduğu sokağa annemin adı verildi. Bir çocuk için bu nasıl büyük bir gururdur, bilir misiniz?

Herkesin ondan öğreneceği çok şey var…

Ansiklopedilerde yer alan, tarihe adını yazdırmış düşlerinin peşinde koşan Nesrin Olgun, büyüklerin deyimi ile “kara kız”, sigara ile yakalanan haylaz öğrenci Nesrin ve babamın biricik eşi, kardeşimin ve benim de muhteşem annemiz Nesrin Arslan’dan herkesin öğreneceği çok şey var. Anılarda saklanmış bu başarı; umarım birçok gence yol gösterir…

Anneme… (50. yaş gününde yazdığım mektup)

Annelerin EN’ine….

559233_312576868838353_1752593616_n

Bugün benim canım annem dünyaya gelmiş 51 yaşına girmiş ama ruhu tam tersi 15 yaşında gibi…

Yıllar, yaşadıkları, onun o gülen gözlerinden hiç birşey götürmemiş, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen ‘Hayat sana inat, ayaktayım’ tavrından hiç birşey kaybetmemiş…

Bana doğum günümde attığın mesajın hep durur telefonumda arada çıkarır okur, mutlu olurum, bazen de sana kızarım biliyor musun, neden bana hep böyle güzel şeyler söylemez diye.. Mesajın başında demişsin ki ‘Akıllı kızım iyi ki seni doğurmuşum.’ Sen böyle cümleleri çok sık kurmazsın annem, anlamaya çalışırım seni her defasında belki de işime gelmez… HEp güzel şeyler duymak isterim senden ama sen hep çok nadir söylersin… Hep bunun da bir anlamı vardır elbet diye düşünürdüm, her yaptığın şeyin mantıklı bir açıklaması olduğu gibi ve yavaş yavaş bunu fark etmeye başladım sanırım, bunu yaparak hep beni daha da hırslandırmak daha da başarılı olmamı sağlamak istedin, tıpkı senin en büyük başarını kazandığında ki gibi, ben de bu sayede çok daha başarılı olabilirdim çünkü ne de olsa senin kızındım dimi annem:)

Dışarıdan o kadar sağlam duruyorum ki, Herkes beni çok güçlü sanıyor annem. Oysa bazen kendimi ne kadar da güçsüz hissediyorum, böyle zamanlarda telefona sarılıyorum senin sesini duymak içimi rahatlatıyor, kendime olan güvenimi geri getiriyor, o ses bana kızım telaşlanma, sakin ol, zamana bırak, aceleci olma, ben elimden geleni yapacağım diyor, kendinden o kadar emin ki şefkat dolu, sevgi dolu… Bir oh çekip kapatıyorum telefonu… Herkes seninle olan ilişkime şaşırıp kalıyor, sen o kadar farklı bir annesin ki her şeyimsin, canımsın, arkadaşımsın yeri geldiğinde o otoriter tavrın muma çeviriyor insanı, o çizgiyi korumak her annenin yapabileceği bir şey değil sanırım sen ve senin gibi annelere ‘PROFESYONEL ANNE’ demek yanlış olmaz:)

Senin gözünde halâ küçük bir kız çocuğuyum hiç büyümüyorum, büyümek de istemiyorum. Sanki yirmidört değil yedi yaşındayım. Sana o kadar ihtiyacım var ki annem. Sakın beni sensiz bırakma.

Sen varsan her şey güzel annem. Daha bir emin basıyorum yere… Adımlarım daha hızlı, yüreğimde daha çok umut var … Her şeyi daha çok seviyorum seninle. Seninle daha çok gülüyorum daha az üzülüyorum.

Senin küçük kızın çoktan büyüdü anne… Hayatı tanıdı.. Düştü kalktı… Yine yoluna devam etti … Bazen ben bile şaşıyorum kendime… Güçlü olan ben miyim? Yoksa içimdeki küçük kız mı? Karıştırıyorum bazen bu iki kimliğimi… Üzüldüğümde sen yoksan yanımda içimdeki küçük kıza sarılıp ağlıyorum ona dert yanıyorum… Bazen düşünüyorum o küçük kızı benimle beraber mi doğurdun? Ben büyüdükçe o hep küçülüyor, küçük kalıyor anne… Belki de bu yüzdendir sen beni görünce onunla karıştırıyorsun… Çünkü ben yirmidört, o yedi yaşında anne… Bunu kimseye söyleme anne… Onlar yine beni olgun sansınlar anne…

Seninle hep gurur duydum, senin benimle gurur duyduğun gibi. Seni Çok Seviyorum. İyi ki senin kızınım, iyi ki her şeyimle sana benziyorum annem…

Bu ‘İYİ Kİ DOĞDUN’ cümlesini en çok da sen hakediyorsun annem…

iyi ki doğdun, iyi ki varsın, iyi ki benim annemsin, başkasının annesi olsan çok kıskanırdım :))

Yanımda olmasanda varlığını o kadar derin hissediyorum ki içimde…

Seni Seviyorum

Bengü